Özlediğim çok şey var elbet de. Ama bir şey vardır ki, onun olmayışı sabahın tüm enerjisini üzerimden alır: Güneş… Almanya’nın Hannover şehrinde, bulutların gökyüzünü beyaz bir örtü gibi kapladığı bu soğuk yerde, içimi ısıtan tek şey müzik… Her ne kadar havanın karamsarlığı çoğu zaman karakterime yansısa da, burası aslında beni stresten uzaklaştıran yegâne yerlerden biri. Kültürlü, tatlı yaşlı çiftler görürüm sokakta; okulumun hemen yanındaki ormanda mutlaka bir yürüyüş yaparım. Eskiden her gün yapardım ama artık haftada iki ya da üç kez yapabiliyorum; ama yine de yoğun bir tempoya sahip hayatımın parçalarından biridir bu yürüyüşler. Peki bu yoğun temponun altında ne yatıyor? Öncelikle şunu belirtmeliyim ki, bu tempo Türkiye’deki katı sistemin aksine, okuldan değil de, öğrencinin bizzat kendisinden kaynaklanıyor. Sistemin katı olmasından ne kastediyorum? Benim katılıktan anladığım asla çok çalışmaktan kaynaklanan bir yoğunluk değildir. Bir insan bir işi zevkle yapıyor, zevkle çalışıyorsa, orada bir sistem katılığından bahsedemeyiz. Almanya’ya geldiğimde, Türkiye’deki konservatuvarların aksine buradaki okulumda öğrenciye çok daha fazla çalışma odası ve olanak sunulduğunu gördüm. Bütçenin, okulun dış görünüşü veya tuvaletine değil de yeni piyanolara, çalışma odalarına, öğrencilerin kendilerini geliştirmelerine yarayacak unsurlara harcandığını gözlemledim. Almanya’da devlet müzik eğitimi kurumlarına büyük destek veriyor. Bu desteğin, öğrencinin önüne koyduğu hedefe doğru ilerlemesinde oynadığı rol büyük.
Kanımca, Türkiye’de şu son dönemde sanata ve sanatçıya verilen değerin yetersizliğinden ötürü pek çok öğrencinin kendini geliştirebilmesi yurtdışına
çıkabilmesine bağlıdır. Eğer öğrenci yurtdışına çıkamıyorsa, ne kadar yetenekli olursa olsun, değerinin çok dar bir çevreyle sınırlı kalacağını düşünüyorum. Neden öğrencilerin sanatlarını geliştirmek için Türkiye dışına çıkmalarının gerekli olduğunu savunuyorum? Sanat, insanın soyut düzlemdeki duygularını özgür biçimde dışarı aktararak onları somut düzleme taşımasıdır. Bu cümledeki “özgür” sözcüğünün altını çizmek isterim. Hakları kısıtlanmış bir insanın özgürlüğünü çeşitli yollarla ifade edebilmesi cesaretli olmayı şart kılar. Kafese kapatılmış bir kuşun hala uçabiliyor olması ise onu özgür yapmaz. Eğer bu bir fikir ve beyin savaşıysa, yumruk atmak da bir şeyi değiştirmez. Kısacası, öğrencinin özgürleşmesi ve kendini ispatlayabilmesi için eğitimini yurtdışında sürdürmesini şart olarak görüyorum.
Yazımın bu bölümünde ise, yurtdışında okumak için hangi noktalara dikkat etmek gerektiğine değinmek istiyorum. Eğitim almak amacıyla yurtdışına çıkmak önemli bir başarıdır. Sınavlarda yüksek performans sağlamanız gerektiği apaçıktır ama performansın dışında göz önünde tutmanız gereken bazı taktikler de vardır ki bunlar
da okula girişte önemli rol oynar. Her şeyden önce, çalışmak istediğiniz öğretmenle sınavlardan en az bir yıl önce irtibat kurmanız gerekir. Öğretmenle en az ayda bir kez beraber çalışılabilirse, öğretmen-öğrenci ilişkisi daha okula girmeden güçlenmiş olur. Böylelikle, sınava girdikten sonra, öğretmen sizin hakkınızda önceden edindiği izlenim üzerinden değerlendirme yapma olanağı bulur. Öğretmen-öğrenci ilişkisinde zamanla bazı sorunlar, karşılıklı memnuniyetsizlikler yaşandığı durumlar da olabilir. Bu yüzden, tek bir öğretmen yerine birden fazla öğretmenle irtibata geçmeniz sizin yararınızadır. Ben üçüncü dersimizden sonra öğretmenime benimle çalışmak isteyip istemediğini sormuştum. Eğer bana kontenjanının dolu olduğunu ve bu yüzden benimle çalışamayacağını söyleseydi, şu an büyük ihtimalle başka bir öğretmenle çalışıyor olurdum.
Yabancı dilin hedefe ulaşma yolunda en önemli eşiklerden biri olduğunu unutmayalım. Dilerdim ki, tüm insanoğlu aynı dili konuşabilsin ama böyle bir olanaktan yoksun olduğumuza göre, yabancı dil öğrenmek şart. Gitmeyi hedeflediğiniz ülkede konuşulan dili öğrenmeye iki yıl önceden başlamanızı öneririm. Bazı yurtdışı okullarında İngilizce yeterli gelebilir fakat Almanya’daki bir okulda sizden Almanca sunum yapmanız istendiğinde öğretmeninizin yüzüne muzip bir tebessümle bakmanızın pek de faydası olmuyor! Şunu da unutmayın ki, yabancı bir ülkede arkadaş edindikçe o ülkenin dilini daha hızlı öğrenirsiniz. Çaba sergilemek en önemlisi. Uğruna pek çok bedel ödediğimiz alın terini, döktüğümüz göz yaşını gelecekte sahip olmayı düşlediğimiz profesyonel kariyerimizi inşa eden yapı taşları olarak görelim.
Yabancı ülkede öğrenci olmanın asıl zor yanı ise sınavı geçtikten sonrası. Sınırları içinde okumak istediğiniz devletin bazı şartlarını yerine getirmek zorundasınız. Bu şartlar ülkeden ülkeye değişiklik gösterir. Almanya’da öğrenci olarak okuyabilmek için ise, devlete öğretim hayatınızın başında belirli bir miktar para yatırmanız veya orada yaşayan bir tanıdığınızı kefil olarak göstermeniz gerekiyor. Bu talebin altında aslında mantıklı bir gerekçe yatıyor. Sözgelimi, Almanya’da okuduğunuz sırada herhangi bir sebeple parasız kalırsanız, devlet, okumanız için gerekli parayı illegal yollardan elde etmeniz riskini ortadan kaldırmak için bir yıllık eğitim parasını baştan alıyor ya da yukarıda yazdığım gibi göstereceğiniz bir kişiyi kefil olarak kabul ediyor. İkinci sırada halletmeniz gereken konu ise barınma. Bu da erkenden ayarlanması ve asla son dakikaya bırakılmaması gereken hayati bir konu.
Benim yolumu izlemek isteyecek genç müzisyen arkadaşlar için önerilerim şimdilik bu yazıda saydıklarımdan ibarettir. Satırlarıma son verirken; ruhumuzu özgür, fikirlerimizi ölümsüz kılmak için her türlü çabayı sarf etmenin bir sanatçının yaşam bedeli olduğu gerçeğini aklımızdan çıkarmamamız gerektiğini sizlere hatırlatmak isterim. Umarım, ülkemizin ve dünyamızın içinden geçtiği şu karanlık günlerde sergilediğimiz tüm iyi niyetli çabalar olumlu sonuç verir.